İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

TA EZEL ERVAHTAN EYLEDİM BİAT – SIDKI BABA’NIN NEFESİ ŞERHİ

Ta ezel ervahtan eyledim biat
Nur-i vahit yedullahım Ali’dir
Okunur şanına doksan bin ayet
Nokta-i Ba Bismillahım Ali’dir
Hel-eta suresin nazil eyleyen
Müminleri bir ikrara bağlıyan
Gönül kuşun bir nur ile avlıyan
Laübalim, İllallahım Ali’dir
Şeriat mülkinde padişah olan
Kamu müminlere doğru rah olan
Tarikat babında secdegah olan
Kabem, kıblem beytullahım Ali’dir
Asl-i vahit müminlerin piridir
Emreylese arşı kürsü yürütür
Marifet babının destigiridir
Hakikatte sırrullahım Ali’dir
Ab-i Kevser sunar penc-i aba dan
Mazhar olur müsemması bir ba dan
Nur-i Cemaleddin kalb-i hanedan
Sırrım Nurum bir Allahım Ali’dir
Ben Ali’den gayrı nesne bilmezem
Tutmuşum damanın elden salmazam
Hor nadan değilim yüze gülmezem
Daim dilde eyvallahım Ali’dir
TA EZEL ERVAHTAN EYLEDİM BİAT – SIDKI BABA’NIN NEFESİ ŞERHİ
Ta ezel ervahtan eyledim biat
Varlığın ilk toplantısı (Ezel Bezmi, Elest Meclisi)Varlığın ilk toplantısı – yaradılış
Kur’an’da anlatılır ki (Âraf; 171-172) Allah, dünyada hiç bir şey yok iken, ruhlar alemini yarattı. Orada bütün ruhları bir araya toplayıp sordu: “Elestü bi-Rabbikum?” Yani, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Ruhlarımız bu soru karşısında “Kâlû: Bela!” Yani “dediler ki: Evet (şüphesiz Sen bizim Rabbimizsin) “. Bu Meclis ( Ezel bezmi, Elest meclisi), varlığın ilk toplantısı idi ve bütün ruhlar orada birbirlerine şahit tutuldular; ta ki dünyaya geldikleri vakit bu sözlerinden dönmesinler… Dönenler olursa, o mecliste rahmet ve merhametiyle kullarına muamele eden Rab Taala’nın rahmet ve merhamet çizgisinin dışına itilsinler…
Ezel bezmi öyle bir meclis idi ki, orada yan yana olanlar, yakın olanlar, birbirini görenler, birbiriyle konuşanlar; bu dünyaya geldiklerinde de birbirleriyle yan yana ve yakın olur, Buluşur veya konuşurlar. İnsanlar arasında çağ farkları, uzaklık ve yakınlıklar ile biganelik ve aşinalığın temeli işte o ezel dününe dayanır. Bu durumda dünya, ezelde kader olarak yazılanın vuku bulduğu (kaza) bir duraktır; o kadar. Bu durakta aşkın ve aşığın nasibi de ezel günündeki durumuyla bağlantılı olarak bu dünyada görünürlük ve yaşanırlık kazanır.
Nur-i vahit yedullahım Ali’dir
Dünya arş ve arz olarak oluşmadan önce muallak o karanlık alemde Hu Makamında Allah’ın kendinde bulunan bu nur Nokta olarak yaratıldı. O nur aynası Noktadan Nun’a doğru hareket etti. Nokta-ı Fatma oldu Nun’da bir rahim ve içinde tekrar bir Nokta doğurdu O nokta Muhammed Ve Ali’nin tek bir nur olmasıydı.
Bu Nun harfi Allah’ın Rahman ve Rahim elinde 40 bin yıl eğitildi. Batında bu kandilin yeşil yanı nübüvvet Nuru Muhammed Mustafa’yı ve Şeriat kapısını yansıtıyordu. Kandilin kırmızı yani Velayet Nuru ve Aliyel Murteza’yı yansıtıyordu.İlk peygamber Batın olarak Muhammed zahirde ise son Peygamberdir. Buna Allah’ın Sünnetullah’ı denir. Bu Sünnetulllah bir ilahi plandır. İlk peygamberden son peygambere kimler gelecek sırasıyla bilinmektedir.
Ve ilahi planda son peygamberden sonra ne olacağı da bu ilahi planda çizilmiştir. Muhammed Ali tek nurdur. Her şey onların nurundan yaratılmıştır. Tohumdan ağaca, ottan çiçeğe bütün canlılar aynı nuru cevherden Muhammed-i Cevher’den oluşmuştur.
Tüm canlılara kuvvet ve kudret veren Hak’kın Nuru Vahidi yani Muhammed Ali’nin Nurudur. Yeşil kandilde Muhammed Ali nuru dünya oluşmadan 40 bin yıl önce vardı.O nur Adem’e sülp edilince Melekler ondan ona secde etti.
Bu Nur, Muhammed Ali nuru zahir ve batın olarak ikiye bölünmüş Muhammed Ali nuru zahirde Can olup Adem’in içine yerleştirilmiş. Hak Meleklere ondan Adem’e secde edin demiştir. Bu Nur Adem’den Muhammed Mustafa’ya Dedesi Abdülmuttalibe kadar tek bir nur olarak tertemiz sulblerden tertemiz rahimlere aktarılarak gelmiştir.
Tüm peygamberlere batın donuyla bu Nurun Ali, İlya, Ulya olarak yansımış. Ali tüm peygamberlere Batın olarak Muhammed Mustafa ya zahir ve miraç ve bir çok hadisede batın olarak yoldaşlık etmiştir.İmam Aliyel Murteza’nın zahiri batını ile çelişmez. Velayetin nuru Ali Nübüvvetin nuru Muhammed Mustafa ikisi tek nurdur. Bu nur tüm Peygamberlerden taşınıp peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’e kadar gelmiştir.
Muhammed Ali nuru Adem’den tüm peygamberden geçip Abdülmuttalibe kadar geldi.Abdullah’dan Muhammed ve Ebu Talip’de Ali oldu.Peygamberliğin Nuru Muhammed Mustafa’da Velayetin Nuru İmam Ali’de ayrılıp iki iken Fatma Ana’ da İmamet Nuru olup tek nur oldu. 12 Imamlara tabi olmamız onlara kul olmamızın nedeni budur.
Yedullah nedir?
Arapça Allah’ın eli anlamında bir isim tamlaması. Kur’an-ı Kerimde 4 yerde (Al-i İmran/73, Maide/64, Feth/ 10, Hadid/29) geçen bu tâbir, Allah’ın kudreti manasındadır.
Okunur şanına doksan bin ayet
Alevilikte Sır 12 İmamın Sırrı Miraçtaki 90 Bin
İmam Ali: “Bu sırrı birine söylersem o kişi tir tir titrer.”
İmam Muhammed Bakır: “Kuran-ı Kerim’in tamamının; [yani] görünür olan ve gizli olan özünün, kendisiyle beraber oldugunu hiç kimse iddia edemez. Hazreti Peygamber’in (s.a). irade vasiyetini yerine getirenler hariç.”
İmam Muhammed Bakır:”Bu bir sirdir ki, Allah’in Cebrail’e aktardigi, Cebrail’in de Muhammed’e aktardigi, Muhammed’in de Ali’ye aktardigi, Ali’nin de Allah’in istediklerine tek tek aktardigi. Fakat sen onu (sirri) sokaklarda yayiyorsun!”
İmam Cafer’i Sadık: “Bizim meselemizi taahhüt etmek inanmak ve kabul etmekle olmuyor. Bizim meselelemizi taahhüt etmek, meselemizi korumak ve ehil olmayanlardan sakli tutmakla olur.
Onlara (Ali yandaslarina) selamimi söyle ve onun (Imam Sadik’in) onlara (bunlari) söyledigini de: Allah’in merhameti o kisiye olsun ki, halkin bildiklerini halka söyleyerek, ve bilmediklerini (inkar ettiklerini) gizleyerek, bana ve kendine halkin sevgisini getirene. And olsun ki, bize karsi savas eden, bizi nefret ettigimiz seylerle suclayanlardan zararli degiller.”
İmam Cafer’i Sadık: “Birine sözlü bir gelenek anlattigimda, o kisi de benden isittigi gibi (bu gelenegi) yaydigi zaman, o kisi lanet ve reddedilmeyi hakketmistir.”
İmam Cafer’i Sadık: “Ya Hafs, el-Mu’alla’ya bazi seyler anlattim ama o (söylediklerimi) baskalarina söyledi, ve ondan sonra kiliç’tan hayatini yitirmistir. Ona dedim ki: “Biz bazi geleneklere sahibiz ki, Allah bunlari gizleyenlerin dinini ve hayatini korur, ama (baskalarina) yayarsa, Allah onu hayatindan ve dininden mahrum eder.
Ya Mu’alla, birisi bizim ciddi geleneklerimizi gizlerse, Allah onun gözlerinin arasini nur gibi yapar ve ona halk arasinda güzellik bagislar ve birisi bizim ciddi geleneklerimizi (baskalarina) yayarsa, bir savas aletine veya hastaliga yakalanmadan o kisi ölmez.””
İmam Cafer’i Sadık: “Sir saklamak benim dinsel pratigimdir, atalarimin da oldugu gibi. Kim takiyye uygulamazsa, onun gercek inanci yoktur. Kim bizim sirlarimizi aciga vuruyorsa, sirlari (ve Imamlari) reddetmis gibidir.”
Alevi inançında Hz. Muhammed miraçta Allah ile 90 bin kelam konuşur. 30 Kelamı ifşa eder. Bunun 30 bini sırrı hakikat olup Hz. Ali’de kalır. Hz. Ali’den Evlatlarına oradan 12 İmam’a kadar gider. Bu sır olan 30 bin kelam ilimdir ve Kuran’daki batini anlamlarını içeriyordur. O yüzden Hz. Ali’ye Kuran’ı Natik denir.
O yüzden Peygamber’imiz ben ilimim Ali’de ilmin kapısıdır demiştir. Bunu olaylarla ayetlerle sunacağım.
90 bin kelam konuştuklarını, öğrendiği ilimlerin 30 binini herkese aşikar ettiklerini, 30 binini de yalnızca ehline kalben aktardıklarını, kalan 30 bini de kimseye açıklamadıklarını izah buyurmuşlardır.
Nitekim Ali İmran Suresinde şöyle denilmektedir:
“…Onun ayetlerinin bir bölümü muhkem ( anlamı açık ) dir. Onlar kitabın anasıdır. Öbür ayetlerse müteşabih ( içsel anlamı olan ) tir… Onun yorumunu ise ancak Tanrı ve bilimde derinleşenler bilir…” ( Ayet:7 )
Ayrıca yine Zümer Suresi’nde şöyle denilmektedir:
“ Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer iç içe anlamlar içeren ( mesani ) / batıni anlamları olan bir kitap halinde indirmiştir…” (Ayet: 23 )
Bu ve bunun gibi pek çok ayet Alevi / Bektaşilerin savlarının dayanağıdır. Aleviler, Kur’an’ın gerçek yorumunun ve içsel anlamının başta Hz. Ali olmak üzere tasavvufi derinliği olan kişilerce keşfedildiğini / keşfedilebileceğini savunurlar.
Nitekim Hz. Muhammed, Hz. Ali’yi ilim şehrinin kapısı olarak nitelemiş ve ona Kur’an’ı anlamak noktasında en yüksek payeyi vermiştir. Onu kendi yerine vasi tayin etmesi de bu nedenledir. Kuşkusuz Kur’an’ı, Hz. Muhammed’in yerine vasi tayin ettiği bir kişiden daha iyi hiç kimse yorumlayamaz.
Bu nedenledir ki, Hz. Ali,
“ene Kur’an – u natık “ yani “ Ben konuşan Kur’an’ım.” Demiştir.
1.30 Bin. Umumi, herkese (Şu andaki ibadetler, Namaz, oruç,zekat,cem vs.)
2. 30 bin. Ehline verilen. (Selman, Middad, Ammar ve Ebu Zer gibi kalben inanana)
3. Bin. Hz. Muhammed’e ait olan sır. Kuran’ın batın hali ve ilim. Hz. Ali’den 12 İmam’a geçen kelamlar.
Eğer bu böyle olmasaydı, Sıffeyn savaşında Hz. Ali mızrakların ucunda ki mushaf sayfaları için
“….Bu bir hiledir, kanmayınız. Bunların yaptığı şey, Kur’an’ı Kur’an’la vurmaktır. Kur’an’ın kendisi karşısında Kur’an sayfalarının yazılı olduğu şu kağıt parçalarının ne değeri kalır ki? Bunlar, mana ve hakikati ortadan kaldırabilmek için o kağıtlardan medet umuyorlar aslında! “Onların Kur’an dedikleri kağıt parçalarıdır. Asıl, gerçek Kur’an benim. Ben Kur’an-ı Natık’ım….” dermiydi?
İmamların her biri zamanlarının Kur’an-ı Natık’ları idiler.
Zahir ve Batın Hadisler
A- Fuzeyl b. Yesar İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Kur’an’da yer alan her ayetin zahiri ve batıni vardır.”[1]
B- Ayyaşi tefsirinde Cabir’den naklen İmam Cafer-ı Sadık’tan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Kur’an’ın zahir ve batını vardır. Ey Cabir! Hiçbir şey Kur’an tefsiri kadar insanların aklına uzak ve yabancı değildir.”[2]
C- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’da hikmet vardır, hikmeti de derindir, yedi boyuta varan iç anlamı vardır. Şüphesiz Kur’an’ın zahir ve batını vardır. Belli bir haddi ve kapsamı vardır.”
D- Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an’ın zahiri güzel ve batını derindir.”[3]
E- İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın zahiri, hakkında nazil olduğu kimseler içindir. Batını ise amel edenler içindir.”[4]
[1] Muhammed Bakır Meclisi, Bihar’ul Envar, c. 9, s. 97
[2] Muhammed b. Mes’ud, Tefsir-i Ayyaşi, c. 1, s. 23
[3] Ali (a.s), Nehc’ül Belağa, 18. hutbe
[4] Muhammed b. Mes’ud, Tefsir-i Ayyaşi, c. 1, s. 13
Nokta-i Ba Bismillahım Ali’dir
B-Harfi‘nin sırr-ı „B“ sırrı adını Arapça „B“ harfinden alır. Arapça Alfabesinden „B“ harfinin altında bir nokta vardır. Işe bütün sırr bu noktadadır. Ve bu nokta Allah’ı ifade eder. Hakk’a yakın olmayı başaran ulu zat, Insan-ı Kamil’dir. „B“ sırrındaki mesaj zahir ve batını ifade etmektedir. Allah gizli-gayb olan ilahi kuvvettir, nebiler ise beşeri-görünen; Keremet ve ilahi ilimle donatılmış Kamil-i Insan’dırlar.
B’nin altındaki nokta insan olduğuna göre, içsel, özden içeri yani öz içinde özü aramak demektir. Bunun tarifi ise kişinin, kendini kendinde özüne varması demektir. Aranan ise Allah’tır. Allah’a nail olmak için ilim irfan süzgeçinden geçip benlikten arınıp O, olmak, O’nun sırrına ermektir.
„B“ sırr-ı Hz.Muhammed’den önceki nebilere „Allah’ı, İlahi Kudret’i“ göremezsiniz, bilemezsiniz denilmesine rağmen, Hz.Muhammed’e görünen, ayan ve beyan olan, bildiren sırr’dır. Bu „sırr“ saklanan ve sadece belli bir kesimin bilmesine izin verilen bir sır değildir. Bu sırra ermek tamamen ilahi aşka dayanmaktadır ve Allah’ın hükmüyle alakalıdır. Allah, dilediğini kendine dost seçer ve edinir.
Hz.Muhammed; „Ben ilmin şehriyim Ali ise şehrimin kapısıdır. İlim dileyen, kapıya varsın“ diye buyurmuştur. Dikkat edilirse Şahı Merdan Ali nokta konumundadır. „Ben ilmin şehriyim“ yani „B“ harfidir ve „Ali ise şehrimin kapısıdır“ anlamı; „B“ nin altındaki noktadır yani Nebilerin sırr-ına erişmiş olmasıdır.
Şah-ı Merdan Ali buyurmuştur ki: „Bil ki tüm semavi kitapların (zebur, Tevrat ve İncil) esrarı Kur’an da toplanmıştır, Kur’an-ın tüm esrarı Fatiha’da-dır, Fatiha’nın tüm esrarı Besmele’de dir, Besmele’nin tüm esrarı „B“ harfindedir. Işte „B“ harfinin altındaki nokta da benim“ derken kesinlikle ve mutlak olarak; Allah ilmine ulaşabilen ve orada kalabilen Kamil-i Insan, insanın kendisi olduğunu vurgulamıştır. Dolayısiyle Şahı Merdan Ali, „B“ harfinin altında bulunan noktadan ibarettir.Fatiha suresi, besmele ve sırr üçlemesindeki mana: Açmak, aralamak buda eşittir doğmak, yaşamak ve tekrar öze yani Allah’a dönmektir. Dolayısiyle Allah bilincinde olma, o makama ulaşma ve o makamda kalmaktır. Işte Şahı Merdan Ali de bu makama erişip Allah’ın benliğinden eriyip O’nunla beraber olmuştur.
Şahı Merdan Ali:
Bab’ül ilimdir yani ilim kapısıdır.
Şah-ı evliyadır yani evliyaların sahibidir.
Şah-ı Velayet’tir yani Veliliğin sahibidirl.
Emir-ül Mümin’nin dir yani inananların önderidir.
Nihan’dır yani ilahi sırrdır.
Kur’an-ı Natk’tır yani konuşan Kur’an dır.
Vechullah’tır yani Allah’ın yüzüdür, tecellisidir.
Şahı Merdan Ali: „İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı“. O nokta, „B“ harfinin altındaki noktadır. Bu nokta Allah’ın ilim ve irfanının yani adaletinin özü ve özetidir, kainata dair bütün sırların merkezi, Vahdet’in kendisidir.
Hel-eta suresin nazil eyleyen
Müminleri bir ikrara bağlıyan
Gönül kuşun bir nur ile avlıyan
Laübalim, İllallahım Ali’dir
İnsan Suresi ve Hızır Orucu
İnsan Suresi yani Dehr Ehlibeyte inmiştir. Mazlumların Şah-ı Hz. Ali kitabımızda 300 ayetin ayrıntı ile açıkladık bu ayetlerden İnsan Süresi 8,9,10 Ayetleri çok açıkça kendi ihtiyaçları olduğu halde hiçbir karşılık beklemeden yetime, yoksula ve esire yardım eden Ehlibeytin yüceliğini anlatır. Kuranı Azimi Şan da Hak Teala Dehr üzerine yemin ederek Ehlibeytin Fatiha Süresinde net belirttiği gibi Hidayete Ermişler olarak tarif edilenler olduğu gibi bir çok ayet net bir şekilde Ehlibeyt için nüzul etmiştir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler: ) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız.” [Kur’an-ı Kerim, İnsân 8-10]
Ehli Sünnet kaynağına göre;
Bu ayetlerin nüzulune sebep olan kıssa ise şöyledir:
Bir gün Hz. Hasan ile Hüseyin rahatsızlanırlar. Hz. Ali, Hz. Fatıma ile evlerinin azadlı kölesi Kamber ile Hasan Hüseyin’in iyileşmeleri için üç gün oruç tutmayı adak ederler ve mübarek çocukları iyileşir. Oruç sonrası evde yiyecekleri bulunmadığından Hz. Ali bir komşusundan arpa ödünç alır ve Hz. Fatıma ilk gün bu arpanın üçte biri ile beş ekmek pişirir. O akşam gelen bir fakire bu ekmekleri verirler. İkinci gün kalan arpanın yarısından pişirir onu da kapıya gelen bir yetime verirler. Üçüncü gün ise kalan arpadan pişirilen ekmekleri kapıya gelip dilenen bir savaş esirine verirler. Böylece kendileri hiçbir şey yemeyip yoksula, yetime ve savaş esirine yedirdiklerinden dolayı haklarında bu ayetler nazil olur. (Bkz. Üsdü’l-Gàbe, 5: 530-531; Tefsir-i Kebir, 30: 224.)
Alevi kaynağına göre;
İbni Abbas şöyle nakleder:
Birgün İmam Hasan ve İmam Huseyn hastalanır. İmam Ali (as iyileşmeleri halinde üç gün oruç adak eder. Derken İmam Hasan ve İmam Huseyn (as) iyileşirler; fakat yiyecek bir şeyleri yoktur. İmam Ali (as) Hayberli bir Yahudi olan Simon’dan borç olarak üç ölçek arpa unu alır.
Hz. Fatıma (sa) bir ölçeği öğütür; ondan beş yuvarlak ekmek pişirir ve iftar etmek üzere önlerine koyar. Bu sırada kapıya bir fakir gelir:
“Esselamu aleykum ey Muhammed (sav’in Ehlibeyti! Ben fakir bir insanım, bana bir şeyler yedirin ki Allah size cennet sofrasından yedirsin” der. Bunun üzerine su ve ekmekten başka yiyecek bulunmayan sofradan herkes iftarlık ekmeğini fakire verir, kendileri sadece su içerek iftar ve sahur ederler.
Ertesi gün tekrar oruç tutarlar; Hz. Fatıma (sa) bir ölçeği daha öğütür. Akşam olunca önlerine ekmek ve su koyup iftar etmek için hazırlanırlar. Derken kapıya bir yetim gelir, yiyecek ister ve önlerindeki bütün yiyeceklerini yetime verirler.
Üçüncü gün bir esir gelip kendilerinden yiyecek ister ve bütün yiyeceklerini esire verirler.
üç gün boyunca sadece su ile iftar ve sahur ederek oruç adaklarını yerine getirirler. Sabah olunca İmam Ali (as) İmam Hasan ve İmam Huseyn (as)’ın ellerinden tutarak Resulullah (sav)’in yanına giderler.
Resulullah (sav) onları açlığın şiddetinden titrer halde görünce “Sizi bu hale düşüren nedir?” der ve kalkıp onlarla birlikte Hz. Fatıma’nın (sa) evine giderler. Hz.Resulullah, kızı Fatıma’yı mihrabında karnı sırtına yapışmış bir halde görür. Resulullah s.a.v üzüntü ve mahzun haldeyken Cebrail gelir ve şöyle der “Tut onu ya Muhammed, Allah sana Ehlibeyt’in hakkında güç verecektir.” ardından Ehlibeyt’in cennetle müjdelendiği İnsan Suresi’ni okur:
“Onlar Allah sevgisiyle yemeği fakire, yetime ve esire verirler ve yedirdikleri kimselere şöyle derler: “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz zor ve çetin bir kıyamet gününden Rabbimizden korkarız”
İnsan Suresi 8-9-10
Mehmet Özgür Ersan Dede Yesari Abdal Çelebi 1st August 2018, Mehmet Özgür Ersan tarafından yayınlandı
Laübalim, İllallahım Ali’dir
Samimi olarak inandığım şefaat beklediğim Hak Alidir. Ali Hak iledir. Demek istemektedir. Sözlük anlamları aşağıdadır.
laubali
/–.– –/
sıfat
1.
çekinmesi, saygısı olmayan.
2.
senlibenli.
İlah; Arapça bir kelime olup “İbadet (itaat-kulluk) edilen varlık” demektir.
Şeriat mülkinde padişah olan
Kamu müminlere doğru rah olan
Tarikat babında secdegah olan
Kabem, kıblem beytullahım Ali’dir
Asl-i vahit müminlerin piridir
Emreylese arşı kürsü yürütür
Marifet babının destigiridir
Hakikatte sırrullahım Ali’dir
Hz. Ali, Tarikat kapısında Mürşüt olan Hz. Muhammed’den sonra ki en önemli kapının eridir. Orada ki yeri ve makamı Pir’lik makamıdır. O Pir’lerin Piri, Şah’ların Şahı’dır.
Hz. Ali, Peygamber Hz. Muhammed’in bir çok Hadisinde ve Gadirhum da yerine vekil tayin ettiği Halife’dir. Tarikatta ona erkânı ve ilkelerini gözeten de denir. O Ulu zat Hz. Muhammed ile defalarca Cem’e girmiş Can ile Canan, bütünleşen olmuştur.
Evliyaya iradet getiren talipler, Muhammed Ali´nin kavlin ve haberin işiteler ve öğreneler ve üstad nefesi olduğunu bileler. Üç günde veya oniki günde veyahut kırk günde öğreneler.ihmal etmeyeler. Onlara, üç gün üç gece dar çektireler. La ilallah Muhammed´en Resulullah, Aliyyün veliyullah. Zira, hace-i alem ashapları ile oturmuştu. Emirül müminin hakkında öyle buyurdu ki: «Nefsike nefsi, cismike cismi, ruhike ruhi, demike demi» dedi. Ve dahi, ben Ali´yim Ali ben, dedi. Bazıları işitmedi, oldem Hz.Resul kalktı ve kendi kuşağını çözdü.Hz.Ali dahi kendi kisvetini çıkardı. Ikisi bir gömleğe girip bir yakadan baş çıkardılar. Cümle ashaplar bu hali gördü. Azaları bir olmuş, başları iki. Ve yine murakabeye çekilip baş bir gövde iki, gerçekliğini bildirip zannı gümandan kurtardı. Hadis dahi buyurdu: Enemedinetül ilmü ve Ali babıha dedi. yani: ben ilmin şehriyim, Ali kapısı, dedi.
Andan bildiler ki, Ali Muhammed´ir ve Muhammed Ali´dir.evliya yolunun serçeşmesidir. Bir yerde Evliya sohbeti olsa, orda tercüman hasıl olsa, ol taliler nisbet etseler, ne kadar lokma yeseler, hep haramdır. Dünyadan imansız giderler. Bir talip mürebbisinden ve musahibinden malını men eylese munafıktır. Hayırları Kabul olmaz. Yol, erkan Muhammed Ali´den kaldı. Dar çekmek, tercüman ve tarik Hz.Adem´den kaldı. Müsahip olup iki gönlü bir etmek ve bir gömlekten baş göstermek, Muhammed Ali´den kaldı.
Allah-u taala, bir gevher yarattı. Ol gevherden gögü yarattı. Ve dahi, gevheri niyazbentlik ve cennetlik makamı eyledi. Bunları işleyen talipleri getirip erkan sürmek caizdir. Hz.Adem, Hz.Hava´yı yitirdi. Üç gün dar çekti, durdu. Darı Kabul oldu. Hz.Hava´yı buldu. Cebrail geldi, Hz.Adem ile musahip oldu. Kardeş oldu. Adem´den Hatemi enbiyaya ve Şahı Merdan Ali´ye geldi, Pişava oldu. Hace-I Alem Hazretleri iradeti hakka yetirdi ve erkan koydular. Mürebbi ve musahip olundu. Bünyadı ol gevherden oldu. Yer ile gök müsahip oldu. Ol nurun aslı bir idi, yine bir oldu.
Şah Hatayı`nin divanını okuyup ehli cemin müşkülleri halola. Ve bir fasıl dahi saz söz aşıkların divanı okunup mürşidin, mühibbin vesair ehl-i hakkın muratları sohbet yerin aldıktan sonra «oturana durana Şah dedik» deyip her kardeş makamlı makama gideler.
Bir kardeş,şeriatını tamam edip, ehli tarik olmak dilerse, önce kapıcıya, sonra gözcüye, sonra tarikçiyle buluşup onlar dahi alıp pire götüre, ahvalin arz edeler. Pir dahi: «bu meydan Ali meydanıdır. Girenin başı, gerdanı kurban gerektir.» deyip, nasihat ede. Eğer, «Hz.Ismail canım kurban ve Mansur dek hazır, Nesimi dek postum arkamda ve Fazlı dek hançer göbeğimde ve bu dergahtan edebi dönmeğim yoktur» derse, evvel onu dört kapının mihrabında sücut ettirip ondan sonra mürşit onu alıp kabulede. El etek verip talip ede. Ve bir sufiye «terbiye et» deyip ona dört kapının kırk makamın ve 17 erkanın, amelin öğretip iptidadan intihaya ulaştıra.
Sufi, sufiden yol, erkan öğrenmesi erkandır. Zira, bir kimse elinin sufisi olsa; görmediği, işitmediğini ve bilmediği yerde iptidadır. Ve eğer sual etseler ki; şeriat kardeşi kimdir? deseler, tarikatta kimdir?, maarifette kimdir? Ve hakikatte kimdir? deseler, onyedi erkanın kardeşi kimdir? Biri kırk, kırkı bir eden kimdir? Ve kardeş kaçtır?. çevap şöyle vermek gerektir ki; kardeş yedidir. Allah bir, Resul hak, Hz.Ali onbir evladiye hak bir demekle müminlere şeriat kardeşi olur. Ve hem tarikatkardeşi ve hem maarifet kardeşi olur. Hakikat kardeşi budur ki, hakkı insandan ve insanı hakta gören, ehl-i hak ile üstad-ı kamil nazarında muhabbet eden hakikat kardeşi olur.
Türkçesi:
Herkes iyilikten, kötülükten ne işlemiş ise hepsini hazır bulduğu günde kendisi ile kötü iş arasında pek uzak bir mesafe bulunmasını temeni eder. Allah sizi kendinden hazer ettirir. Allah kulları hakkında prk esirgeyen Zattır.
Ayetin okunup gülben edip..
Onsekiz bin alem yok iken, Muhammed ile Ali´nin nuru var idi. Ve bir idi. Abdullah ile Ebu Talip zamanında iki oldu. Muhammed´in nuru Abdullah´tan zuhura geldi. Hz.Ali´nin nuru Ebu Talip´ten zuhura geldi. Muhammed ile Ali´nin sırrını kimse bilmezdi. Ol zaman 72 millet, 72 bölük oldu. 36 sı Şia mezhebinde idi. Hz.Ali´yi severlerdi. Ve 36 sı havariç idi. Ebubekir, Ömer ve Osman´ı severlerdi. Şia mezhebinden olanlar, Hz.Muhammed ile Hz.Ali ile dört kapıda kırk makamda onyedi erkanda her işleri bir idi. Bir kapıdan girip, bir kapıdan çıkarlardı. Bir sofradan yiyip ve bir kaptan içerlerdi. Aralarında perde yok idi. Derler ki: bu yol Muhammed Ali´nin şeriatıdır.
Amma, Muhammed ve Ali´de bu erkanı görmemişlerdi. Tasdik ile yakın işlerlerdi. Ve-havriçlerin dört kapıda, kırk makamda ve onyedi erkanda işleri bir değil idi. Her kes kendi sofralarından yiyip kendi kaplarından içip, kendi kapılarından girip çıkarlardı. Bu durumdan Hz.Resul haberdar idi. Bir gün 72 milleti cem edip, deve palanından minber düzüp vaazı nasihat edip, Hz.Muhammed, Hz.Ali´yi yanına çağırıp minberde ikisi bir gömlekten baş çıkarıp baş bir ayak iki oldular.ve yine baktılar ki, ayak bir, baş iki olmuş. Ondan sonra, Hz.Ali, Hz.Resul libası şeriflerin giyip ayrıldı. Ol vakit Hz.Resül: «benimle Ali aynı nurdanız. Ben ilmin şehriyim, Ali o şehrin kapıcısıdır. Ali, dünya ve ahiret kardeşimdir. Ali ile aynı etten, aynı cisimdeniz. Zahirimiz batınımız birdir. Ben, kimin velisi isem, Ali de onun velisidir.» diye buyurdu.
Ondan sonra, ol talibe, Birinci: pasbant edip rızası ile kaç sene bekleyip, ikinci: içeri alıpöznekçi edeler. Rızasıyla kaç sene olursa. Üçüncü: halkaya girip Seyyid ferraş. Dördüncü: Selman-ı pak hizmetin ibrikçi ola. Beşinci: sofradar ola, kamber gibi post. Altıncı: çerakçı ola. Cabiri Ensar gibi. Yedinci: saka ola. Sekizinci: zakir ola. Dokuzuncu: kurbancı ola, Ibrahim gibi. Onuncu: gözcü ola, Isfrail gibi. Onbirinci: peyk ola, Cebrail gibi. Onikinci: sema´dır, etmeğe layik.
Ondan sonra, geldiğince herkese post verip oturalar. Bir talip bu hizmetlere uğramadan geçip halkada oturmak erkandeğildir. Bir gün Hz.Resul oturmuştu. Nagah Cebrail geldi. Dediki: «ya Resulullah, Hak taala buyurdu ki: vesiyet eyle Ali´ye.» Hz.Resul taallül eyledi. Ve dahi, yine Cebrail geldi. Hz.Izzet dergahına oruç eyledi. Yine geldi, söyledi ki: ya Muhammed, niçin taallül edersin, Allahın ermine? Resul cevap Verdi: ya ahi, minber yoktur. Cebrail dedi ki: Hak taalanın emir şöyledir ki, deve palanından minber düzesin. Oraya çıkasın nasihat edesin.
Hz.Resul işaret eyledi. Filhal devenin palanından minber dizdiler. Ve Resul aleyhisselam, ol minberin üzerine çıktı. Önce Belig hutbe okudu. Ve Hutbeden sonra Emirülmüminiyn Ali´nin elini tuttu. Minber üzerine çıkartı. Ve gömleği içine çekti. Iki başların bir yakadan çıkardılar. Hz.Resul, mübarek lafzı ile dedi ki; «demike demi, lahmike lahmi, cismike cismi, ruhike ruhi». Sahabeler bunu işittiler. Işitince, taaccüp ettiler. Sahabelerden birisi, haset yüzünden sordu ki,ya Resulullah, siz mübarek gömleğinizi çıkarın biz de görelim. Resul aleyhisselam, mübarek teninden gömleğini çıkardı. Cümlesi gördüler. Velinin ve nebinin vucudu ikiside bir olmuş idi. Söylediler ki: saddak ya Resulullah, dediler. Mübarek gömleğini geri giydi. O sırada, Muhammed Mustafa buyurdu: «ben kimin mevlası isem, Ali onun mevlasıdır» deyip Hz.Ali´nin elini tuttu. Baş parmağını baş parmağına koydu. Ve kendi yerine nasbeyledi ki, kendi tarafından vekil ola. Ve Hz.Muhammed bu Ayeti okudu:
(Feth Suresi 10. Ayet)
Bismillahirrahmanirrahim. Innellezine yübayü´neke innema Yübayi´unullahe yedullahi fevka eydihim femennekese feinnema yenküsü ala nefsihi ve men evfa bima ahede aleyhullahe feseyü´tiyhi ecren aziymen.
Türkçesi:
Sana bi´at edenler ancak Allah´a etti: Hakkın eli onların elleri üstündeydi.onun için sözünü kim bozarsa yarına bozmuş olur. Kendi öz nefsi zararına… kim Allah´la andını yerine tam getirir, Tanrı da ona büyük ödüller, sevap verir. Bu Ayet «Bi´at: Bey´at ayeti» denir. Onun için bu ayeti okudu.
Sonra da, Emirilmüminiyn Ali katında bu duayı okudu: Allahümme vaala men va´llahu ve adahu men adah. Ve bu duayı Emirilmüminiyn Ali katında okudu. Hz.Resul kendi mübarekseccadesini o minber üstünde Emirilmüminiyn Ali´ye ısmarladı, Hz.Resulün seccedesini getirdi. Ol minber üstünden aşağıya indi. Minber ayağına seccadesin ol minber üstünde Emirilmuminiyn Ali´ye ısmarladı. Hz.Resulün icazetiyle kıbleden yana saldı. Ondan sonra, Hz.Resul minberden aşağı indi ve üç kadem seccadeden taşra geri durdu. Birinci, bir kadem kodu, Allah adı ile. Ve ikinci kadem kodu, Cebrail adı ile. Üçüncü kadem kodu, seccade üzerine kendi adına.
Ondan sonra, Emirilmüminiyn, Ali kuşağını seccadenin eteğinde bıraktı. Ve yerinden kalktı. Ve eshap mecmuu duru geldiler. Resul aleyhisselam, ol mübarek durraayı seccade üstünden götürdü. Ve «bu ol durraadır ki, Cebrail aleyhisselam miraç gecesinde benim belimi kuşattı» dedi. Ondan sonra, «beni maraca davet etti ve ben dahi senin beeline kuşattım» dedi. Birinci: düğüm kim bağladı, Allah adı ile. Ikinci: düğüm ki, Cebrail adı ile bağladı. Üçüncü düğümü benim adıma ki. Muhammed Resulullah. O şeddin uçlarını birisini yeminden yana ve birisini yesarden yana sokzu. Ama üzerine bunu okudu. La ilahe ilallah Muhammeden Resulullah ve Aliyyün veliyullah.
Kuşandı ki, ondan sonra Resul aleyhisselam oturdu. Mecum eshap dahi oturdular. Badehu, Hz.Resul aleyhisselam «ya Ashap» diye nida eyledi. Bunlar bir uğurdan duru geldiler. Ve «her iki kişi biri birinizi kardeşliğe Kabul eyleyin» dedi. Eshap bir uğurdan, her iki kişi birbirlerini kardeşliğe Kabul ettiler. Emirül müminin Ali, kaltı, seslendi: ya Resulullah, ben kimin ile kardeş olayım, dedi. Resul aleyhisselam buyurdu: ya Ali, sen benim kardeşimsin, dedi. Şöyle ki, Musa ve Harun gibi. Ondan sonra Resul aleyhisselam buyurdu: ya Ali sen dahi, kavmin ve kendi hulefanın belini bağlayansın.
Sonra, Hz.Muhammed kalktı ve imam Ali ibn Ebu Talip üç kişinin belini bağladı. Hz.Muhammed´in huzurunda, birinci: Selman-ı Farisi, ikinci: Kanber, üçüncü: Süheyl´in. Hz.Resulullah önünde, peksimet ve hurmayı yağ ile lokma eylediler. Ordakilerine dağıttılar bir kısmıda geri bıraktılar. O sırada Emirülmüminin, Hasan ve Hüseyin ve Hayrunissaya, Medinede idiler. Ve bu lokmayı bir kutu içine koydular ve Selaman-ı Farisi´ye verdiler. Selaman-i Faris hanedanın hizmetkarı idi. Taazim tamamiyle Medine´ye götürdüler. Lokmayı hiç yere koymadılar, illa sehba üstüne koydular. Ol izzet için Resulün mübarek önünde olmuş idi. O helvayı bir şehirden bir şehire gönderdiler. O lokma ehl-i beyt´e götürülmüş oldu. Tarikat ehli olanlar, şimdi dahi öyle edeler.
Tarikat içinde Şeyh Muhammed Mustafa´dır, nakip Emirilmümin Ali´dir. Cafer Aleyhisselam buyurur ki: erkan´ı tarikatta hırkanın piri mürebbidir. Yüzü pirdir. Ve hırkanın yemini sağ elidir.ve hırkanın yesarı sol elidir. Ahkam-ı tarikatta altı nesne farzdır. Birinci: sahavet. Ikinci:maarifet. Üçüncü: yakın. Dördüncü: sabır. Beşinci: tevekkül. Altıncı: tefekkürdür. Erkanı tarikatta dahi altı nesne farzdır. Birinci: ilim. Ikinci: ilim. Üçüncü: rızadır. Dördüncü: şükür. Beşinci: zikir. Altıncı: uzlettir. Beyanı tarikatta dahi altı nesne farzdır. Birinci: iradet. Ikinci: icabet. Üçüncü: züht. Dördüncü: takva. Beşinci: kanaat. Altıncı: ahlaktır.
Ab-i Kevser sunar penc-i aba dan
Mazhar olur müsemması bir ba dan
Nur-i Cemaleddin kalb-i hanedan
Sırrım Nurum bir Allahım Ali’dir
Ben Ali’den gayrı nesne bilmezem
Tutmuşum damanın elden salmazam
Hor nadan değilim yüze gülmezem
Daim dilde eyvallahım Ali’dir
Asıl adı Zeynel Abidin olan Sıdkî Baba, 1865 yılında Mersin’in Tarsus ilçesine bağlı Yenice köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı ise Eşeli’dir. Sıdkî’nın ailesinin soyu Oğuzların Bozok koluna bağlı Dede Garkın aşireti ve ocağından gelmektedir. Sıdkî, henüz çocukken babası vefat etmiş ve yetim kalmıştır. Kardeşiyle birlikte köy medresesinde okuma yazmayı öğrenen Sıdkî’nın, henüz altı yaşındayken “Pervane” mahlasıyla şiir söylemeye başladığı rivayet edilmektedir. 12 yaşındayken annesi izin vermemesine rağmen gönlündeki aşk ateşiyle evden kaçarak ününü duyduğu Hacıbektaş Veli Dergâhı’na gider. Sıdkî’nın şiirlerinden Hacıbektaş Dergâhı postnişini Feyzullah Efendi’ye intisap ettiğinde, yani 1876 yılında 12 yaşında olduğunu anlamaktayız. İki yıl sonra annesine duyduğu hasret nedeniyle mürşidinden üç ay izin alarak Yenice’ye gelen Sıdkî, Dergâh’a döndüğünde Feyzullah Efendi’nin vefat ettiğinin haberini alır. Dergâh postuna Feyzullah Efendi’nin büyük oğlu Cemalettin Efendi oturur. Sıdkî aynı zamanda medrese arkadaşı olan mürşidi Cemalettin Efendi’ye bağlılığı o derece güçlüdür ki, Cemalettin Efendi kendisine on dört yaşındayken o zaman kadar şiirlerinde kullanmış olduğu “Pervane” mahlası yerine, “Sıdkî” mahlasını verir. Sıdkî; “On dört yıl dolandım pervanelikte/ Sıdkî ismin buldum divanelikte” şeklindeki dizelerinde ve daha birçok şiirinde bu mahlası alışını konu edinir (Altınok 2013: 1-5).
Şerh Eden :
Mehmet Özgür Ersan
Abdal Yesari

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir