İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

OTMAN BABA VE VELAYETNAMESİ

Hüsam Şah ( Otman Baba) 780 (1378-79) yılında doğdu.
Otman Baba XV. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş, Anadolu ve Balkanların fethine katılmış bir gazi-derviş, bir alperendir.
Onun hayatı hakkındaki bilgiler daha çok menkıbelere dayanır. Anlatılanlardan hareketle onun diğer menâkıbnâme kahramanları arasında renkli simaya sahip olduğu araştırıcılarca ifade edilir (Ocak, 1983: 16).
Hayatı hakkındaki bilgiler, halifelerinden Küçük Abdal’ın onun ölümünden beş yıl sonra kaleme aldığı Vilâyetnâme-i Otman Baba adlı esere dayanmaktadır.
Anlatı, velilik makamının dünyevî makamlardan ve iktidardan üstün olduğu,
dünyanın evliyanın elinde olduğu, bütün oluş, kılış ve görünüşlerin ardında
batınî bir yönlendirici gücün olduğu temaları üzerine kurulmuştur. Anlatılan
olaylar 76 yıllık bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşmiştir. Vak’a 1402
yılında Otman Baba’nın Timur’la birlikte Anadolu’ya girişi ile başlar, 1478
yılında ölümü ile son bulur. Bu dilim içerisinde yaşanan olaylar beş yıllık bir
süreden sonra Güççük Abdal tarafından kaleme alınır.
Otman Baba’nın bir gazi-veli, alperen
olarak savaşlara katılması, hastaları iyileştirmesi, tabiat kuvvetlerine hâkim
olması, ejderha ile mücadele etmesi gibi pek çok motif bir arada kullanılmıştır.
Ayrıca Otman Baba’nın müritlerinin başına bir felaket geldiğinde nerede olursa olsun hemen bildiği ve yardıma koşarak onları kurtardığı, müritlerin niyazının vasıtasız kendine ulaştığı; tekbir getirip namaza başladığı an cisminden çıkıp gittiği, sonra geri dönüp rükû ve secde ettiği gibi keramet motiflerinin de yer
aldığı görülür.
Vilayetnamede keramet hikâyelerini ve dönemin dinî-sosyal hayatına ışık tutan önemli bir kaynak eserdir. (İnalcık, s. 129) Otman Baba’nın vilayetnameyi yazma görevini Küçük Abdal vermiştir.
Küçük Abdal (Güçük Abdal)Anadolu’ya Timur ile birlikte geldiğini, halk arasında Otman Baba diye tanındığını, erenlerin ise ona Hüsam Şah dediklerini, Oğuz dili konuştuğunu, cüssesinin heybetli, nazarının himmetli olduğunu, sırrına kimsenin vâkıf olamayacağını söylediğini belirtir.
Otman Baba’nın fizikî özellikleri çok ayrıntılı bir biçimde tasvir edilir. “Ala gözlü,kızıl benizli, mücessem heybetli, nazarda ibretlü ve zahirde kuvvetlü ve batında bi-nihâyet kimse sırrına irmez idi ve kendinin nutkı dahi abdallarına
eyle idi kim benüm sırrıuma sultanlar dahi irmez, siz kaçan iresiz der idi ve ben yerden göge demir diregüm benden key pehlevân gerekdür kim bir yonga kopara dir idi”.
Menâkıbnâmede bildirilen rivayetlere göre Otman Baba, H. 780/1378-79’da doğmuş, H.833 M.1402 yılında Timur’la beraber Anadolu’ya gelmiş, “Oğuz dilinde söylenen” esas ismi, Hüsam Şah olan bir velidir. Kılık ve kıyafeti harap bir vaziyettedir. “Bî-mekân ve bî-nişân”dır. “Gâh dağda ve gâh taşda,gâh külhânda, gâh virânda ve gâh imarette, gâh harabatta, gâh mescitte kimse onun halinden haberdar değil”dir.
Ağrı dağı eteklerinde, Bursa, İznik, Germiyan ve Saruhan yöresinde dolaştığını, Fâtih Sultan Mehmed ile şehzadeliği sırasında Manisa’da görüştüğü ve daha sonra Rumeli’ye geçmiştir.
A. Yaşar Ocak menâkıbnâmedeki ifadelere ve diğer kaynaklara dayanarak, Otman Baba’nın şiddetli bir cezbeye sahip bulunduğunu, en yüksek rütbedeki devlet adamlarıyla bile onları azarlayarak konuşacak kadar kimseden pervası olmayan bir şahsiyete sahip olduğunu ifade etmektedir.
Araştırıcıya göre Otman Baba da, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Sultan Şücâaddin gibi bir Kalenderî şeyhidir.
O, Melâmî, Hurufî ve Şiî düşüncelere de yabancı değildir.Hem kendinin hem de müridlerinin başları, kaşları, sakal ve bıyıkları ustura ile tıraş edilmiştir. Yarı çıplak bir halde diyar diyar dolaşırlar. Otman Baba Rumeli’deki fetihlere gazilerle birlikte katılmış, bundan dolayı onlardan çoğu kendisine mürid olmuştur (Ocak, 1983: 16).
Otman Baba, daha sonra Küçük Abdal’ın “abdalân-ı Rûm” diye tanımladığı yüzlerce dervişiyle birlikte İstanbul’a gelmiş, Göztepe’de ve Terkos civarında bir süre ikamet ettikten sonra uzun yıllar faaliyet göstereceği Balkanlar’a geçmiş, burada muhtelif şehir, köy ve kasabaları dolaşmış, sıkıntılarını gidermede halka yardım etmiş, zorda olan çiftçilere destek olmuş, abdalları için kurban toplamıştır.
Babaeski, Aydos, Dobruca, Tırnova, Zağra, Filibe, Edirne, Vize, Siroz, Belgrad, Semendire, Ağaç denizi, Balkan dağı gezdiği yerler arasında zikredilebilir.
Yaz aylarında Ahmed Baba (Vize), Mü’min Derviş (Zağra), Bayezid Baba (Vardar), Mecnun Derviş (Serez) ve Nasuh Baba (Karasu Yenicesi) gibi dönemin ünlü Kalenderî zâviyelerini dolaşmış, kışları Varna ve Edirne’deki zâviyesinde geçirmiştir.
Otman Baba Velâyetnâmesi’ndeki mekânların tamamına yakını reel mekânlardır. İstanbul, Rûm, Terkoz, Karaman, Ağaçkızanlık, Yanbolu,
Gelibolu, Germiyan, Saruhan, Bursa, İznik, Manisa, Belgrad, Silivrikapısı, Eskisaray, Vize, Üngürüs, Zağara, Vardar, Serez, Selanik, Karasuyenicesi, Semendire, Akpınar, Çeltikci, Filibe, Hıdırlık, Kızılağaç Yenicesi, Madara,
Kapıcıköyü, Varna, Dırnava, Balkandağı Ağaçdenizi, Ulusukesriyye, Babaeskisi bunların en önemlileridir.
“Zât âlemi” “Elest bezmi” “Levh” gibi
irreel mekânlar ise fazla kullanılmaz. Ayrıca olayların sunumunda tekke, zaviye, hamam, ev gibi genel mahiyetteki mekânlar da kullanılmıştır.
Orman, dere, köy ve kasabaları çevreleyen unsurlar, eğer kahraman onların içinden
geçerse veya oraları aşarsa söz konusu edilmektedir (Üçüncü, 2004).
Eserde, onun bölgenin efsanevî kahramanı Sarı Saltuk’a atıfta bulunduğu ve Balkanlar’da iman çerağını yakan Sarı Saltuk’un aslında kendisi olduğunu vurguladığı görülür.
Otman Baba, Balkanlar’da yörükler ve bilhassa Tanrıdağı yörükleri arasında faaliyet göstermiştir. Kendisinin de yörük olmasının faaliyet sahasını belirlemede etkili olduğu söylenebilir.
Halil İnalcık’a göre bunun temelinde merkezî yönetim tarafından dışlanmış olan bu zümrelere mensup oluşu yatmaktadır. Esasen onun abdallarının çoğu Doğu Balkan dağları veya Dobruca yörüklerinden fakir çobanlardır. Otman Baba’nın şehirde yaşayanları “koca karınlı” diye eleştirmesi, sürekli dağlarda dolaşması kendisini ve mensup olduğu çevreyi açık biçimde ortaya koymaktadır.
Abdallarıyla birlikte Balkanlar’daki fetih hareketlerine katılıp gazilerle birlikte savaşan Otman Baba onlarla yakın dostluk kurmuş, devlet adamlarının ihsanlarını kesinlikle kabul etmemiştir.
Onun yakınlık kurduğu akıncı gazilerin başında Mihaloğlu Ali Bey gelir. Vilâyetnâme’de Ali Bey’in Otman Baba’ya karşı çok hürmetkâr olduğundan bahsedilir.
Vilâyetnâme’de en çok vurgu yapılan hususlardan biri Otman Baba’nın Fâtih Sultan Mehmed’le ilişkisidir.
Şehzadeliği döneminden itibaren Fâtih üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan Otman Baba rivayete göre daha şehzade iken rüyasına girerek kendini tanıtmış ve ona Rum diyarına kendisini padişah yapmak için geldiğini söylemiştir.
Küçük Abdal’ın ifadelerinden, Otman Baba’nın, Fâtih’i sultan olarak tanımakla birlikte kendisinin kâinatı yöneten kutup olduğunu ve tasarrufu olmaksızın hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini vurgulamaya çalıştığı hissedilir. Nitekim kendini Fâtih’in yaptığı işlerden sorumlu görmüş, aralarındaki ilişkiye daha çok bu anlayış damgasını vurmuştur.
Meselâ Vilâyetnâme’ye göre Fâtih, Belgrad seferine çıkmayı planladığında ona sefere çıkmamasını tavsiye etmiş, çıktığı takdirde başarısız olacağını söylemiş, Fâtih bu tavsiyeyi sert bir tepkiyle karşılamışsa da sefer başarısızlıkla sonuçlanınca onun üstünlüğünü tanımak zorunda kalmış, bu dönemden itibaren Otman Baba’ya karşı son derece hürmetkâr, lutufkâr ve itaatkâr davranmaya başlamıştır.
Eserde, başta Mahmud Paşa olmak üzere Fâtih’in yanındaki devlet adamlarının da Otman Baba’nın “sırr-ı velâyet” olduğunu bildikleri vurgulanır.
Otman Baba’nın Fâtih Sultan Mehmed’e ve devrin diğer adamlarına karşı tutumunda sahip olduğu kutbiyyet telakkisinin büyük payı vardır. Vilâyetnâme’de Yıldırım Bayezid devrinde Şücâüddin Dede’nin kutbiyyet makamında bulunduğu, daha sonra kutbiyyetin Otman Baba’ya geçtiği ifade edilmektedir.
Küçük Abdal tam anlamıyla vahdet-i vücûd neşvesi içinde olan Otman Baba’yı “kutbü’l-aktâb, kutbü’l-âlem, kutbü’z-zamân, kân-ı velâyet, server-i şâh-ı cihân, kutb-ı velâyet-i sırr-ı eşyâ, âlim-i nûr-ı hikmet, sâhib-i kudret, nokta-i hakîkat, şâh-ı merdân, şâh-ı Kerbelâ” gibi unvanlarla anar. Bu unvanlarda Ehl-i beyt vurgusu açıkça görülmektedir.
Vilâyetnâme’den, Hz. Peygamber’le birlikte nübüvvet devrinin sona erip Hz. Ali ile velâyet devrinin başladığını söyleyen, velîleri divane ve meşrû (şeriata riayetkâr) diye ikiye ayıran, divaneleri diğerlerinden üstün sayan Otman Baba’nın bu tür gayr-i Sünnî görüşleri sebebiyle medrese çevrelerince Fâtih Sultan Mehmed’e şikâyet edildiği, hatta mahkemede sorgulandığı, fakat onun ölünceye kadar fikirlerini savunmaya devam ettiği anlaşılmaktadır.
Otman Baba, medrese mensuplarının yanı sıra dönemindeki bazı tarikat şeyhleriyle de anlaşamamıştır. Bunda onları dünya malı biriktirmek, şan ve şöhret peşinde koşmak, iktidara yakın çevrelerle iş birliği yapmak, halka yalan yanlış mârifet satmak, kurdukları vakıfları evlâdiyelik hale dönüştürmekle suçlamasının büyük payı olmalıdır.
Otman Baba’nın Bektaşî ileri gelenleriyle ilişkilerinin de pek iyi olmadığı görülmektedir. Meselâ Vardar Yenicesi’nde bir sohbet sırasında Bayezid Baba’yı azarlamış, onun Rumeli’deki bütün Hacı Bektâş-ı Velî dervişlerini davet ettiği bir toplantıya katılmamış ve koyun postuna bürünüp “insilâh” halini tercih etmiştir.
Aynı şekilde ziyaretine gelen Bektaşî şeyhi Mahmud Çelebi’yi de azarlamış, bu zat yakınlardaki bir Edhemî tekkesine saklanarak kendisini kurtarabilmiştir.
Küçük Abdal onun Şücâüddin Baba, Arık Çoban (Koyun Baba) ve Hacı Bektâş-ı Velî dışında geçmişte ve kendi döneminde yaşayan hiçbir velîyi kabul etmediğini, abdallarına çok düşkün olduğunu, bütün hevesleri terkedip Hak aşkı ile dolan ve âlemdeki her şeyi Hak’tan bilenleri gerçek abdal kabul ettiğini söyler.
Otman Baba’nın köprü yaptırdığı, abdallarından ıssız alanlara çeşmeler kurup sular akıtmalarını istediği ve Balkanlar’ı yerleşim yeri haline getirmeye çalıştığı kaydedilmektedir.
Eserde ayrıca Otman Baba’nın pek çok kerametinden bahsedilmektedir. Meselâ Azerbaycan taraflarından İstanbul’a bir buluta binip geldiği, yıldırımı kendisine kamçı yaptığı, tabiata hükmetme gücüne sahip olduğu, fırtına çıkarıp yağmur yağdırdığı anlatılmaktadır.
Vilâyetnâme’de anlatılan bazı olayların şamanist motifler içerdiği görülmektedir. Onun ve abdallarının gittikleri her yerde buldukları kuru ağaçları ortaya yığıp çok büyük ateşler yakarak etrafında semâ etmeleri, kendisinin Fâtih Sultan Mehmed’in hastalığını iyileştirmek için büyük bir ateş yakıp başında dua etmesi, Rumeli köylerinde halkı ejderhadan kurtarması gibi olaylar bunlar arasında zikredilebilir.
Küçük Abdal, Otman Baba’nın 8 Receb 883’te (5 Ekim 1478) vefat ettiğini, ölmeden önce abdallarını yanına toplayıp kendilerine yetmiş iki buçuk milleti yekdiğerinden ayırt etmemeleri gerektiğini hatırlattığını, ölümden korkmadığını, kendisinin bir atı olduğunu ve bu ata binerek göğe çıkacağını, arkasından ağlamamalarını, zira artık üşümeyeceğini, yorulmayacağını, acıkmayacağını, yerden göğe gideceğini, zaten aslının da orada olduğunu söylediğini kaydeder. Küçük Abdal, Otman Baba’nın cenazesine içlerinde dânişmendlerin de bulunduğu 2000 kişinin katıldığını söyler. Varna’daki zâviyesinde bulunan türbesi 1506 yılında yapılmıştır.
Osmanlı Kalenderîlik tarihinde önemli bir yere sahip olan Otman Baba, Balkanlar’da XV. yüzyıl Kalenderîliğine damgasını vurmuş (Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler, s. 101), etkisi sonraki dönemlerde devam etmiştir.
XVI. yüzyılda Kalenderî-Bektaşî-Hurûfî bağlamında şiirler söyleyen Muhyiddin Abdal onu “ululardan ulu, yedi iklim dört köşeye, arşa kürse tolu” bir şahsiyet olarak tanıtır. Otman Baba’nın halifesi Akyazılı Sultan’dan sonra kutbiyyet makamına geçtiğine inanılan Demir Baba’nın abdalları Otman Baba’ya saygı duymuşlar, sık sık türbesini ziyaret etmişler ve bu ziyaretin en büyük kerem olduğunu ifade etmişlerdir (Demir Baba Vilâyetnamesi, s. 110).
II. Bayezid’e Arnavutluk’ta yapılan suikast girişiminden (1492) Otman Baba dervişleri sorumlu tutulmuştur (Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler, s. 101-102). Anadolu ve Balkanlar’da pek çok köye onun adına nisbetle Hüsam Dede ismi verilmiştir.
OTMAN BABA VE VELÂYETNÂMESİ
Elde edilen bilgilere göre Otman Baba XV. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya
gelmiş, Anadolu ve Balkanların fethine katılmış bir gazi-derviş, bir
alperendir. Onun hayatı hakkındaki bilgiler daha çok menkıbelere dayanır.
Anlatılanlardan hareketle onun diğer menâkıbnâme kahramanları arasında
en renkli simaya sahip olduğu araştırıcılarca ifade edilir (Ocak, 1983: 16).
Menâkıbnâmede bildirilen rivayetlere göre Otman Baba, H. 780/1378-79’da
doğmuş, H.833 M.1402 yılında Timur’la beraber Anadolu’ya gelmiş, “Oğuz
dilinde söylenen” esas ismi, Hüsam Şah olan bir velidir. Kılık ve kıyafeti
harap bir vaziyettedir. “Bî-mekân ve bî-nişân”dır. “Gâh dağda ve gâh taşda,
gâh külhânda, gâh virânda ve gâh imarette, gâh harabatta, gâh mescitte kimse
onun halinden haberdar değil”dir. Germiyan, Saruhan ve çevresinde uzun süre
dolaşmış, şehzade II. Mehmed’in Manisa valiliği sırasında burada bulunmuş,
daha sonra Rumeli’ye geçmiştir.
A. Yaşar Ocak menâkıbnâmedeki ifadelere ve diğer kaynaklara dayanarak,
Otman Baba’nın şiddetli bir cezbeye sahip bulunduğunu, en yüksek rütbedeki
devlet adamlarıyla bile onları azarlayarak konuşacak kadar kimseden pervası
olmayan bir şahsiyete sahip olduğunu ifade etmektedir. Araştırıcıya göre
Otman Baba da, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Sultan Şücâaddin gibi bir
Kalenderî şeyhidir. O, Melâmî, Hurufî ve Şiî düşüncelere de yabancı değildir.
Hem kendinin hem de müridlerinin başları, kaşları, sakal ve bıyıkları ustura
ile tıraş edilmiştir. Yarı çıplak bir halde diyar diyar dolaşırlar. Otman Baba
Rumeli’deki fetihlere gazilerle birlikte katılmış, bundan dolayı onlardan çoğu
kendisine mürid olmuştur (Ocak, 1983: 16).
Velâyetnâmede bildirildiğine göre, Otman Baba H. 883/1478’de Recep
ayının sekizinci günü seher vaktinde ölmüştür. Bulgaristan’daki tekkesi,
devrinde ve daha sonra en önemli Bektaşî tekkelerinden biri haline gelmiştir.
Bektaşî zümreleri onu kendilerinden saymışlar ve büyük bir veli olarak
nefeslerinde terennüm etmişlerdir. Pek çok müridi olduğu başka kaynaklardan
anlaşılmaktadır.
Önemli bir Bektaşî velisi olan Akyazılı Sultan’ın da şeyhi sayılmaktadır (Ocak, 1983: 17). Ayrıca Muhyiddin Abdal, Meczub Abdal
gibi pek çok Tekke kültür ortamı şairinin Otman Baba’ya bağlı oldukları,
şiirlerinde ondan hürmetle bahsettikleri görülür.
Velâyetnâme-i Otman Baba adlı eser, şeyhin yakın halifelerinden olduğu
anlaşılan ve daima kendisiyle birlikte dolaşan Güççük Abdal2 tarafından, onun ölümünden beş yıl sonra H. 888/1483’te yazılmıştır.
Eser, Velâyetnâme-i Şâhî olarak da bilinir. Bektaşî menâkıbnâmeleri içinde Hacı Bektaş Veli’ninki ile birlikte en hacimli olanıdır. Gölpınarlı, bu eseri Kitab-ı Dede Korkut ile
başlayan, Battalnâme, Danişmendnâme ve Saltuknâme ile devam eden bir zincirin parçası olarak görmektedir (Ocak, 1983: 17).
Her motif halkasının Otman
Baba’nın ortaya çıkması keramet gösterip müşkülü halletmesi ve tekrar
ortadan kaybolması planında oluştuğu görülür (Üçüncü, 2004).
Eserdeki menkıbeler Otman Baba’nın hayatı etrafında teşekkül etmiştir. Menkıbeler tamamen birbirinden bağımsız bir derlemeden ibaretmiş gibi görünse de eserde yer alan anlatıların, baştan sona neden-sonuç ilişkisi içinde bir birini takip ettiği görülür.
Müellif, velâyetnâmeye başlamadan önce insanın yaratılışı, nebiliğin Hz. Muhammed’e gelinceye kadar kimlere verildiği, velilik makamının Otman Baba’ya gelinceye kadarki seyri gibi konuları felsefî bir metin niteliği gösteren bir dibâceyle ifade etmeye çalışmıştır.
Bu bölüm içerisinde naat, münacat, sahabeye ve Ehl-i Beyte övgüler bulunmaktadır.
Ayrıca müellif, eserin sonunda “kendi kusuru üzerine bir münacat”a yer vermiştir. Müellif, asıl anlatmak istediklerini bâb adı verdiği altmış sekiz bölüm içinde hikâye etmiştir. Eserde anlatılan olaylar kısmen Anadolu’da,
büyük bir kısmı da Balkan şehirlerinde geçer.
Eserdeki olay örgüsü şöyle sıralanabilir:
Otman Baba Velâyetnâmesi müellifinin adı kaynaklarda “Köçek/Göçek Abdal, Gö’çek Abdal, Kûçek Abdal, Küçük Abdal” gibi farklı şekillerde zikredilmektedir (Gölpınarlı, 1995;
Koca, 2002; Üçüncü, 2004).
Biz müellifin adını metinden hareketle “Güççük Abdal” şeklinde okumayı tercih ettik. Çünkü metinde müellifin adı, hemen hemen bütün geçtiği yerlerde harekelenmiş, “çim” harfinin üzerine de açık bir şekilde şedde konmuştur. Diğer taraftan
müellifin adının geçtiği manzum bölümlerde de vezin bu kelimeyi “Güççük” şeklinde şeddeli okumayı gerektirmektedir. Ayrıca tarama sözlüğünde “küçük” anlamında “güççük” sözcüğü kullanılmaktadır (Dilçin, 1983)
1. Hicrî 833 yılında Otman Baba Timur’la Anadolu’ya gelir.
2. II. Murad tahtta bulunduğu sırada oğlu Mehmed Manisa’da şehzadedir.
Otman Baba rüyasına girer ve onun Rûm’a padişah olacağı müjdesini verir.
3. Otman Baba Kutbu’l-Aktab burcunda olduğunu beyan eder.
4. Ortadan kaybolur.
5. Karadeniz kenarında tekrar ortaya çıkar.
6. Evliyalığı izhar eden kerametler gösterir. Yıldırımı kamçı olarak kullanır.
7. İstanbul karşısında bir tepeye çıkarak şehri almaya geldiğini söyler.
8. Arık Çoban’ın sırtında Boğaz’dan İstanbul’un karşı yakasına geçer.
9. Kaybolur ve Babaeski’de tekrar ortaya çıkar.
10. Zağra, Balkandağı, Yanbolu, Dırnava, Zağrayenicesi gibi Balkan
şehirlerinde çeşitli kerametler göstererek halkın yardımına koşar.
11. İstanbul’un fethedildiği gün Dırnava’da köprünün üstüne çıkarak
İstanbul’un alındığını müjdeler.
12. Tekrar ortadan kaybolur.
13- İstanbul’da ortaya çıkar.
14. Fatih Sultan Mehmed ile karşılaşır, ona çeşitli uyarılarda bulunur. Padişah
onu dinlemez, Belgrad’a sefer düzenler başarısız olur.
15. Sırr-ı Muhammed olduğunu ve bu dünyaya insanlara yardım etmeye
geldiğini söyler.
16. Bazı tasavvufî sembolleri açıklar.
17. Müritlerine nasihat eder ve ölür.
Aşk ile
Araştıran: Mehmet Özgür Ersan
Abdal Yesari
Kaynaklar :
Küçük Abdal, Vilâyetnâme-i Otman Baba, Ankara Cebeci Halk Ktp., nr. 495; Millî Ktp., Mikrofilm Arşivi, nr. A. 4985.
Demir Baba Vilâyetnamesi (haz. Bedri Noyan), İstanbul 1976, s. 81, 110, 119, 147, 162.
Yemînî, Fazîletnâme (haz. Yusuf Tepeli), Ankara 2002, I.
Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik (İstanbul 1953), İstanbul 1983, s. 207.
Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, tür.yer.
a.mlf., Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), Ankara 1992, s. 99-102.
Halil İnalcık, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Essays on Economy and Society, Bloomington 1993, s. 19-36 (aynı yazı için bk. a.mlf., Doğu Batı Makaleleri I, Ankara 2005, s. 129-150).
Ahmet T. Karamustafa, God’s Unruly Friends: Dervish Groups in the Islamic Later Middle Period, 1200-1500, Salt Lake City 1994, s. 239-248.
Halime Doğru, XIII.-XIX. Yüzyıllar Arasında Rumeli’de Sağ Kolun Siyasî, Sosyal, Ekonomik Görüntüsü ve Kozluca Kazası, Eskişehir 2000, s. 79-80.
Yusuf Ziya Yörükân, Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri: Şamanizm (haz. Türkan Yörükân), Ankara 2005, s. 107.
Hasan Fehmi [Turgal], “Otman Baba Velâyetnâmesi”, TY, V/27 (1927), s. 239-244.
Nejat Birdoğan, “Otman Baba ve Velâyetnâmesi”, Folklor / Edebiyat, sy. 16, Ankara 1998, s. 22-32.
Bayram Durbilmez, “Muhyiddin Abdal’a Göre Hacı Bektaş ve Otman Baba”, a.e., sy. 18 (1999), s. 133-140.
Şevki Koca, “Od’man Baba Velâyetnâmesi (Vilâyetnâme-i Şâhî) ve Gökçek Abdal Hakkında Bir Didaktik Kodeks”, a.e., sy. 29 (2001), s. 263-272.
N. Gramatikova, “Otman Baba: One of the Spiritual Patrons of Islamic Heterodoxy in Bulgarian Lands”, EB, sy. 3 (2002), s. 71-102.
Kemal Üçüncü, “Sözlü Kültür / Tarih Bağlamında Edebî Bir Metin Olarak Otman Baba Vilâyetnâmesi”, Bilig, sy. 28, Ankara 2004, s. 1-29.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir